
Bu kadar ufak bir şehirde iki şey dikkatimi çekti.
Bir; aslında bu sorun Antalya kadar geniş, Acıbadem kadar nüfusa sahip bir yer olan Cardiff'te de var. Trafik! Anlayamıyorum. Anlamlandıramıyorum diyordum kii trafiğin sebebini buldum! Hayır hayır, araç fazlalığı felan değil. Trafiği yayalar piç ediyor. Yaya yola adımını atsın, arabalar adam karşı kaldırıma ayak basana kadar durmakla yükümlü. Hele bir de birbirinden 15 saniye arayla karşıya geçmek için atlayan bir grup gelirse daha da fena. 10 dakika bekliyorlar. Bu yüzden otobüsle gideceğime yürürüm daha kısa sürede varırım diyorum.
Geçen gün yaya kaldırımının başında durup, geçmem için beni bekleyen arabaya "geeç geeç" yaptım elimle. Alışkanlıklar işte. Kurtulamıyorsun.
Oradan çıkıyorsun Dylan Thomas Museum'a giriyorsun. Millet bakıp bakıp geçmesin diye adamın şiirlerindeki kelimeleri magnet olarak koymuşlar; herkes kendi şiirini yaratsın. Ve elbette yirmibin görsel.
Ama interaktifliğin dibine vardıkları müze Waterfront Museum'dı kesinlikle. Hologram cihazının başında çocuklar gibi şendim. Hayır, bir de istersen Welsh istersen İngilizce seçiyorsun. Görme engelliysen tabletler var, işitme engelliysen ekranda adamın biri konuyu işaret dilinde anlatıyor. Hangi düğmeye bassam Cem Yılmaz'ın uzay filmleriyle ilgili skeçleri geliyor aklıma.
Sonra dedim kim finanse ediyor bunu. Giriş parasız. Duvardaki "Barclays" yazısını incelerken müzede çalışan çocuğun biri geldi...
0 Yorum:
Yorum Gönder