Pages

31 Temmuz 2010

310710

Rüyamda, kalkıp namaz kıldığımı görerek gerçekten namaz kıldığımı zannettiğim çok olmuştur. Ama geçenlerde ilk defa gerçekten namaz kılarken uyuyakalarak rüya gördüm. Hatta bir yarışmadaymışım da, son oturuşta ettahiyyatüden sonra bir de elham okursam artı on puan gelecekmiş bana. Okudum gitti ben de.

Selam verdikten sonra farkettim yaptığım saçmalığı da...

Yattım uyudum.

Allah kabul etsin.

29 Temmuz 2010

290710

Bir süre evvel, fotograflarımı uploadladığım siteden bana bir mail geldi. Mailde diyordu ki, "I am writing to let you know that one of your photos has been short-listed for inclusion in the twelfth edition of our Schmap Cardiff Guide, to be published early July 2010." Şöyle ki, can sıkıntısından sahile indiğim günlerden birinde sağı solu fotoğraflarken çektiğim fotoğrafınlardan birini Cardiff Rehberlerinden birine koymak için elemeye almak istiyorlarmış. Temmuzun başında belli olacakmış sonuçlar... İyi dedim, alın bakalım.

Sonra bir mail daha geldi bu ayın başında "Thanks so much for letting us include your photo - please enjoy the guide!".

Cardiff'e de böyle izimi bırakıp gideceğim varmış demek ki!

İşte geçenlerde bu fotoğrafta gördüğünüz Millennium Center'da Romeo ve Juliet balesi vardı. Namaz kılmayalım, bale yapalım diyerekten aldık biletleri gittik. Çık babam çık. 5nci kata geldik. Ama Allah'tan salon ufaktı, dürbün gerekmedi.
Şimdi sorarım size, sahnede acıklı bir hikaye oynarken, Montague'ler ile Capulet'ler biribirine girmişken "gösteriden önce bir sahnenin tozunu alsalarmış, bu ne böyle bütün baletlerin balerinlerin ayaklarının altı simsiyah!" diyen zihniyete ne denir.

Bence de!

*mardin*

17 Temmuz 2010

170710

Bir ay evvel mezun olduğum üniversitenin ne olduğu konusunda fikri olmayan insanlar, Mavi marmara flotillasının başına gelenlerden sonra bu ismi çok iyi öğrenmiş ve etüd etmiş olacaklar ki "marmara dan mezunum" deyince bir anda gözlerindeki yerim yükseldi. "ooo maramara.. maramara... she graduated from maramara" diyerek önlerine gelene göstermeye başladılar beni. Zaten numuneliktik!
Yalnız bu ne Türk sevgisidir, bu ne Türkiye aşkıdır anlamadım kardeş. Herkes Türkiye ye en az 2-3 defa gelmiş ve herkes sanki önkoşulmuşçasına en az bir tarkan, bir mustafa sandal şarkısı biliyor.

Ayrıca "dudu" ne demek bilmiyorum ve Tarkan, beni duyuyorsan, saçma sapan şarkı sözleri yazmayı kes Allah aşkına! Hiçbiri çevirilmiyor! Tamam, "kıymetli bir tanecik" tamlamasını "kıyma gibi tanecik" diye anladıysam suç benim değil... Sana da kahvaltıda corn-flakesli süt içirir, öğle yemeğinde haşlanmış patates yedirirlerse senin de aklına kıyma gelir.

Ah tükürük köftesi ah. Şimdi Nikitayla stadın oralarda olacaktık...

*Trabzon!*

15 Temmuz 2010

150710

Sherwood'da işler Robin Hood'dan bu yana değişmiş olsa da ata sporları hala izlenebiliyor. Misal? Okçuluk...
Bir kere, attığım oklar hedef tahtasının arkasındaki çalılara uçtuysa suç benim değil. Oklar yamuk! Ayrıca neyin nasıl tutulup nasıl atılacağını analtan pek havalı instructorımız "Lil John" hedefi bulan bulmayan bütün okların hesabını tuttuğu için dikkatimi dağıtıyordu! Öhm.

Neyse, ok atmaktaki üstün kabiliyetim?! kanoyu yönlendirmekte de devam etti. Kanonun tabiri caizse dümeninde ben olduğum için sağa sola yönlendirmem gerekiyordu. Ancak önümdeki iki kişinin ikisi de aynı yönde kürek çekerlerse, kano ister istemez kendi ekseni etrafında dönecektir sevgili kardeşler. Bu yüzden, kano suyun üstünde fırıldak gibi dönerken benim arkadan "dur! yapma!" nidalarım eşliğinde fışkıran liderlik vasıflarımın ezilip geçilmesini yemeyen bendenizin ekşi surat ifadesinin gözüktüğü fotoğrafları es geçip, herşey çok güzel başlamıştı fotoğraflarından birini seçtim size...
Nazikçe kanoyu tutan kardeşimize inanmayın, yolculuğun sonunda kendisi kanoyu ters çevirmek suretiyle insanları suya atmayı başarmış biridir. Nasıl ıslatılacağını biliyor...

Beceriksizce girişilen birçok deneyimden sonra en azından birşeyde iyi olduğumu farkettim! Akrobasi.. İpin üstünde yürüyebiliyordum!

İpin üstünde yürüyerek nehrin üzerinden geçebildim geçebilmesine de -bu arada şu çadır görünümlü üçgen şeyi de biz birleştirdik söylemesi ayıp-, oraya çıkmak pek öyle kolay ol-a-madı... Yani, ipin üstünde yürüyebiliyorum dedim, ipin üstüne çıkabiliyorum değil!

Tiim vörkün mucizesini gösterdiği anlardan biriydi. Kiddo, bir milletin ayakları üzerinde yükseliyor!

*Şanlıurfa!*

13 Temmuz 2010

130710

Her haftasonuna bir aktivite sloganıyla yola çıkmıştım, hatırladınız mı? Bu haftasonu da Sherwood ormanlarındaydım. Evet evet doğru hatırlıyorsunuz; Robin Hood'un zengin aristokratların yollarını kestiği yer...

Cardiff'e 20'lik çılgın kızların Vauxhall arabalarıyla (Wolksvagen'ın İngiltere'deki arabaları Vauxhall köyünde yapıldığı için isimleri ve logoları Avrupadakilerden farklı; Vauxhall Corsa... gibi) saatte 90 mil hız yapmak suretiyle 5 saatte İngiltere'nin kuzeyinde bulunan Nottinghamshire'a varabiliyorsunuz. Benim gittiğim haftasonu aynı zamanda Silverstone GP'si vardı. Dolayısıyla trafikte yer yer aksamalar oluyordu.

Neyse, uyku tulumum, yedek kıyafetlerim ve ben öğle yemeğinde mekana vardık. Etkinlik Mavi Marmara gemisinden de duymuş olabileceğiniz Islamic Relief'e aitti. Kendileri de sağolsunlar, bizlere müthiş bir İngiliz öğle yemeği hazırlamışlardı. Hemen aşağıda;

İşte İngilizler yemekten bu kadar anlıyorlar: Haşlama patates, ton balığı ve elbette şekerli kurufasülye! Yemekten sonra gruplara ayrılıp bir etkinlikten ötekine uçmaya başladık.

İlkin sekiz adet kütüğü dikdörtgen bir kalıba yerleştirmeye çalıştık. Çalıştık....

Olmadı... Tekrar çalıştık...

Yarım saat sonra bu haldeydik... Tiim vörk yeeeaağğ...


Daha sonra hullahoopların içinden geçmek, koyunla kurtu aynı sandala bindirmeden karşıya geçirmek gibi yaratıcı oyunların sonunda crate-building ismnden de anlaşılabileceği üzere üstüste kasaları dikmek suretiylen bir kişiyi tepeye çıkardık. Ufak-tefeğim diye beni çıkarttılar. Bir önceki takım 16 kasayı üstüste dizebilmişti... 18nci kasadan sonra ben havada sallanıyordum. Evvelindeki yusuf yusuf seslerinden bahsetmiyorum...

Bir sonraki etaba doğru yol alırken millet, ben Brian'a "indir beni burdaaan" diye bağırmaklan meşguldüm. Tiim vörk!?

*Van!*

07 Temmuz 2010

070710

Buradaki genel seçimler hakkında söylediklerimi hatırlıyor musunuz? Hiç şaşaalı değil, pankart yok, bayrak yok, dolaşan seçim otobüsü yok şeklinde... İşte bunun tam tersi bir seçim propagandası düşünün. Ne için mi? Okulun "social rep"i olmak için.. Resmi parti organizatörü yani!
Hummalı bir çalışma; asansörde, kütüphanede hatta tuvaletin kabininin iç kapısında bile karşınıza flyer olarak çıkıyordu. İranlıların meşhur bıçak dansını tüm partilere taşıyacağını söyleyen bir Morwa, acayip parti adamı olduğunu iddia eden İngiliz bir Marsh... Bildikleri bütün photoshop hünerlerini pankartlarda, bildikleri bütün edebiyat hünerlerini de rakiplerini hedef alan maillerde konuşturduktan sonra Amerikan aksanıyla konuşan Aly Vırani isimli Kenyalı bir çocuk -ki benim de öğrencim olmakta kendisi, 3ncü sınıftan- seçimleri kazandı.


Diğer öğrencim Morwa ise bence photoshop şampiyonuydu. Sağda solda elimde cep telefonunun kapanmayan "klik" sesiyle fotoğraf çekmeye utanmasaydım diğer pankartları da gönderebilirdim.

*Bu arada şafak atarsa Karaman*

02 Temmuz 2010

020710

I am waiting in my cold cell when the bells begin to chime... diye mırıldanıyordum tam yanımda yaş ortalaması 90 olan bir grup Galli teyze Hallowed be thy name diye dua ederlerken. Tabi onlardan hiçbiri darağacına gitmiyordu, hatta 2nci kemoterapisine girecek Bridget için sağlık diliyorlardı.

Tam Dani Filth'e geçmiş shallow be my grave diye kafa sallamaya başlıyordum ki Cardiff Belediye başkanının karısı kalkıp "bu ufak duamızdan sonra, bizlere nezaket göstererek Türkiyeyi anlatmaya gelen dostlarımıza teşekkür ederiz" dedi. Bu şekilde Tongwynlais'teki kilisede oturduğumu farkettim. İsmi telaffuz etmeye çalışmayın. Burada 24 sessizin yanyana gelmesinden oluşmuş bile köy adı var. Gallerce böyle.

Türk misafirperverliği had safhadaydı tabi ki; kahveler, lokumlar, börekler, şekerpareler... Yaş ortalamasını 50lere çekmek için ortama onlarca çocuk salmak gerekiyor olsa da, teyzemler tansiyon, şeker, kolesterol gibi Türk dünyasının 3ü 1aradasını esgeçmiş olacaklar; şekerpareleri de güplettiler, kahveleri de höpürdettiler, hatta telveleri de yaladılar.

Bardakları çamaşır suyuna oturttuk sonra.

Life down here is just a strange illussion.

*Iğdır*