Pages

28 Şubat 2010

280210

Ya bu ortadoğulular çok komik ingilizce konuşuyorlar.

Adamlar her kelimeyi sesli harfle bitiriyorlar. Sesli harfle başlatıyorlar. Rubber Stopper diyeceklerse Irabırı istoperi diyorlar. Yerlere yatıp yuvarlanasım geliyor. Bizim memleketliler de "r"lerin başına sesli harf koyarlar, ırıza, iremzi gibi. Diyecektim kardeş memleket nere?

Bir de nedir bu "th"yi söyleyememe durumu. Gerçekten algılayamıyorum çünkü bu adamlar "z" nin üç çeşidini "s"nin üç çeşidini, ayn, gaf gibi harfleri söyleyebiliyorlar. Lan ne var bunda? "The" de. "zı" değil. Repeat after me.

-Length.
-Lens.

*Long Nights - Eddie Vedder*

27 Şubat 2010

270210

Dün gece malum "friday night" idi. Burada friday night olunca hayat değişiyor. Herkes dışarıda. Aslında içeride... Publarda... Clublarda...

Ben de bir davetten dolayı dışarıdayım. Günlük otobüs biletimi almış, otobüsten otobüse koşturuyorum. Deja vu? Aslında şu göt kadar şehirde bile 5 km olmayan bir yolu anca 1 saatte gidebildim ya, ne diyeyim. Üzerimde bir lanet mi var nedir.

Otobüs durağında bir sonraki otobüsün gelmesine kaç dakika kaldığını boarddan takip ederken, bir yandan da burnumdan akan sümük bile donarken yanıma ingiliz bir hatun geldi. İlginçtir ki güzeldi de. (Genelin aksine dobiş değildi). Altında tayt, üstünde gömlek üzerine kısa ceket ayağında babetler. Ve elbette çorap morap yok. Lan dedim bu adamlar manyak mı? Yoksa alışık mı? Nasıl üşümüyor... Sonra gözüm kaydı hatunun kısa kollu kısa ceketinden uzanan koluna... Tüm kıllar havaya dikilmişti. Salak. Dedim.

Bir de burada etek giymiş her hatunun neden altlarına beyaz mus çorap giydiklerini merak ediyordum. Bugün birini yakınen gördüm. Meğer bacaklarının rengiymiş o. Upppss.


*Another rainy night - Queensryche*

26 Şubat 2010

260210


Sokaklarda hiç kedi köpek felan yok burada. Acaba buradaki uzakdogulu populasyonun marifeti mi bilemiyorum. Sonucta Cardiff'in nüfusu her din, dil, ırk ve yemek kültüründen adamı barındırdığı için bu gözlemim çok da yanlış olmayabilir.

Yemeklerle alakalı da şöyle bir sorunum var. Yaptığım yemekleri 3 gün öğlen-akşam yemek zorunda kalıyorum. Çünkü bitmiyor. Diyeceksiniz yiyeceğin kadar yap. Aslında şaka gibi. 250 gr pırasa... 1 tane kereviz...

Burada tüketilen ana gıda maddeleri belli çünkü.

Kahve ve twix.

Ve Nigella da bunu biliyordu.

*pure morning*

24 Şubat 2010

240210

Eski postlarımdan birinde parkta ayakta sallanan bir çocuğa "çocukcuğum otur da öyle sallan" dediğimde çocuğun benden korktuğundan bahsetmiştim. Ve sanırım çocukları korkutacak yaşa geldiğimi söylemiştim.

Bugün flat-mate'lerime "şu müzik setinin sesini kısıp, mutfağın kapısını kapatmak çok da zor değil sanırım, di mi?" dedim. Yarım saat içinde herkes odasına kaçtı. İkisi kız, ikisi erkek 4 ingilizi korkutacak yaşa da mı geldim?

Böyle bir yaş var mı?

Yoksa sadece korkutucu muyum?

Yoksa bütün bunlar halüsi-hasüli-hasü...ktr.

*all this pain is an illusion*

23 Şubat 2010

230210


Burada adamlara "ekskyüz mi" diyince bakmıyorlar. "Eşküüüş mee" diyeceksin. Yukarıdaki de eşşek yüküyle iş. Adamlar okumam için bi düzine article hazırlamışlar bu arada.

*no pressure over cappuccino*

22 Şubat 2010

220210


burada herkes ford ka kullaniyor. enterasan renklerine de rastladim. bir de radyo anteninin ucuna cicek bocek kalpcik malpcik takmak acayip moda.

"nolmus bu insanlara, herkes ters yola sapmis" demekten korkmasam ben de kiralayacagim bir tane. cok ucuzlar.

21 Şubat 2010

210210

Geçen buradaki elemanlardan tekiyle alışverişe çıktık. Bi dolu eşya aldıktan sonra baktım ton balığında kampanya var. 3'lü paketi alınca 3'lü paket bedava. Toplamda da 3 pound ediyor. Eleman dedi "birini sen al, birini ben alırım". Kabul ettim.

Ben nakit ödeyecektim, onda ise kredi kartı var. Dedi "ben kartla ödeyeyim, sen bana nakit olarak verirsin". Onu da kabul ettim. Adama verdim parayı nakit olarak, üstünü vermek için ısrar edince de pes ettim, 2 pound vereceksin dedim. Sonra durdu "A hayır. Ton balıklarını paylaştık. Tanesi 50p'ye geliyordu. Üç tanesi 1,5 pound ediyor. Yani sana sadece 50 p vericem".

Dedim "Kardeş başımın gözümün sadakası olsun. Bizde 3ün 5in lafı olmaz".

Neymiş.

Gavurla alışverişe çıkmayacakmışsın.

Şimdi düşündüm de eleman 3 poundu ikiye bölmektense 6'ya bölüp 3'le çarpmayı tercih etti.

Hmm.

Weird.

20 Şubat 2010

200210

İstanbul'dan şu anda kaldığım yeri tutarken reklamında "Cardiff Üniversitesi hastane kampüsüne 1 dk mesafede" deniyordu. Şimdi adamların günahlarını almayayım. Allah için gerçekten 1 dk'da kampüsün içerisindesin.

Gel gör ki, hastane dünyanın heryerinde hastane. Cerrahpaşanın Koca Mustafa Paşa kapısından girip, Samatya tarafındaki bir bölümüne gitmek ne kadar zamanınızı alıyorsa bu kampüsün girişinden de dişhekimliğine gitmek o kadar zaman alıyor. En hızlı halimle 15 dkda gidebiliyorum. Aslını isterseniz, biz Türkler bu mesafeyi daha da kısaltabiliriz.

Çünkü;

elin gavuru, pratik olmayı dert edinmediği için, dümdüz yürüseniz 10 dkda gidebileceğiniz biryere sizi yok "yayalar burdan yürüyemez, şuradan yürüyeceksin", yok "burası bisiklet yolu, senin yolun 100 m ileride", yok "yaya geçidine 50 metre yürü" gibi saçmalıklarla (?!) uzataraktan 15 dkya çıkartabiliyorlar.

Önce sağa sonra sola... Önce sağa sonra sola (bak!).

Adım saydığımdan olsa gerek bir de şuna dikkat ettim; buradaki bütün kızlar hava eksi bilmemkaç derece de olsa, yerler vıcık vıcık su veya kar da olsa babet giyiyorlar. Hem de çıplak ayağa! Çift kat çorapla bot giyen biri olarak yadırgamak hakkım.

Adamların bana garip gelen çok şeysi var aslında. Çift musluk muhabbetinden bahsetmeyeceğim bile. Şu sümkürme olayları acayip mide bulandırıcı.

Adamla konuşuyorsun. Tam o sırada cebinden peçete çıkarıyor. Sen susuyorsun adam burnunu silecek diye. "go on go on" diyor. Lan go on'acağız da neredeyse beynin çıkacak sümkürmekten. Bi iki dakka arkanı dön veya ne bileyim izin iste çık git lavaboya. Iyş.

*kittie-spit*

19 Şubat 2010

190210


Türk lirasına vurunca ayda 1 milyar ödediğin bir "oda"nın "kit sür" deyince ortamdan uzaklaşmasını bekliyor insan. Veya en azından daireyi "çocuk"larla paylaşmamayı diliyorsun. Olmuyor.

Daireyi 4 adet tiineycır ile paylaşıyorum. İçki lisanslarını yeni almış olmalarının getirdiği bir şevkle sağa sola Carlsberg, Becks, Budweiser reklamları yapıştıran, yerlere şişe kapakları atmaktan çekinmeyen bu partici tipleri, güzide ülkemin sağ elini damgalatmaktan bir göz payı kurtulmuş yeni yetme metalcilerine benzetmekteyim.

Yokluklarından istifade, ortak yaşam alanlarımız olan mutfak ve oturma odasınının içgüdüsel bir şekilde önce kabasını alıp, sonra elektrikli süpürgeyle geçip, yetinemeyip bir de çamaşırsuyuyla dezenfekte eden bendeniz, bütün bu temizliğin ardından bir bardak kahveyi hakettiğimi düşünmüştüm.

Yanlış!

Sütü ısıtmak amacıyla mikrodalganın kapağını açmamla bir, içeriden fışkıran değişik bakteri ve mantar türlerinin besiyeriyle karşılaşınca oraya da bir cif döküp temizlemek vacip oldu. Buralarda cif'e "sif" diyorlar bir de. Haha.

İki günlük temizlikten ve bir türlü çalışmaya doymayan ilginç zihniyetle mesaiye kaldiktan sonra, bugün 3 itibariyle eve gönderilince çok sevinmiştim. Sütümü gene mikrodalgaya koymuştum (diyordumm) ki....

Kulağımın dibinde sağır edici bir alarm duydum.

Eyvah dedim, ocak mı açık? Yoksa mikrodalga kısadevre mi yaptı? Bişiy mi yaptım noluyor?

Tabi ki bişey olduğu yok. Koduğumun ingilizinin benim tam dinlenme saatimde "yangın talimi" yapacağı tuttuğu için kendimi elin gavurlarıyla beraber dışarıda buldum. Bu süre zarfında kalbim atış bağlamında bire beş verdiği için açıkçası kahve mahve de içmeme gerek kalmadı.

*coffee and tv*

17 Şubat 2010

170210

Ben bu gavur diyarın hangi parçasına ayak bassam muhakkak ilk gün bir badire yaşıyorum.

Hayır, benim üzüntüm başıma gelene değil, yanımdaki insanın da başı yanıyor.

Yazın sonunda İskoçya'ya kongreye gittiğimde, ilginç bir durumla karşılaşmıştım. Türkiye'de tişörtle sandaletle dolaşılan havada İskoçya'da kazak üstüne palto, pantolon altına içlik(!) giyilecek bir hava vardı. Akşamın bir saati kalacağımız yere geldiğimizde kaloriferin çalışmadığını farketmiş ve resepsiyon kapalı olduğu için sabaha kadar, tüm bavulu üstümüze giyerek uyumuştuk. Biz. Ben ve Nikita.

Bu sefer bavulu hazırlarken şakalaşıyorduk "gene kalorifer çalışmazmış bir de. yuhahaha."

Gene akşamın bir vakti kalacağımız odaya vardığımızda -ki giriş katı olduğu için, esasen ha toprağa basmışsın, ha yere...- kaloriferin çalışmadığını farkettik. Ama bu defa resepsiyonda birileri var dedik, sevindik. Belki o kadar da şanssız değildik! Gidip çağırdık. Adam da baktı. Baktı... Ve biraz daha baktı... Sonra "sorry mate" dedi. Türkçesi "işte şimdi b.ku yediniz".

Sabaha kadar dağda donmamak için birbirine sarılan dağcılar misali birbirimize entegre olduktan sonra, sabahleyin uyanabildiğimize şaşırdık.

Donarak ölmeyi bekliyorduk.

Belki bir sonraki sefere?

*I'm so frozen and so caught up in this day
Lycia- Frozen*

16 Şubat 2010

160210

Önümüzdeki birkaç ay boyunca Cardiff'teyim.