Türk lirasına vurunca ayda 1 milyar ödediğin bir "oda"nın "kit sür" deyince ortamdan uzaklaşmasını bekliyor insan. Veya en azından daireyi "çocuk"larla paylaşmamayı diliyorsun. Olmuyor.
Daireyi 4 adet tiineycır ile paylaşıyorum. İçki lisanslarını yeni almış olmalarının getirdiği bir şevkle sağa sola Carlsberg, Becks, Budweiser reklamları yapıştıran, yerlere şişe kapakları atmaktan çekinmeyen bu partici tipleri, güzide ülkemin sağ elini damgalatmaktan bir göz payı kurtulmuş yeni yetme metalcilerine benzetmekteyim.
Yokluklarından istifade, ortak yaşam alanlarımız olan mutfak ve oturma odasınının içgüdüsel bir şekilde önce kabasını alıp, sonra elektrikli süpürgeyle geçip, yetinemeyip bir de çamaşırsuyuyla dezenfekte eden bendeniz, bütün bu temizliğin ardından bir bardak kahveyi hakettiğimi düşünmüştüm.
Yanlış!
Sütü ısıtmak amacıyla mikrodalganın kapağını açmamla bir, içeriden fışkıran değişik bakteri ve mantar türlerinin besiyeriyle karşılaşınca oraya da bir cif döküp temizlemek vacip oldu. Buralarda cif'e "sif" diyorlar bir de. Haha.
İki günlük temizlikten ve bir türlü çalışmaya doymayan ilginç zihniyetle mesaiye kaldiktan sonra, bugün 3 itibariyle eve gönderilince çok sevinmiştim. Sütümü gene mikrodalgaya koymuştum (diyordumm) ki....
Kulağımın dibinde sağır edici bir alarm duydum.
Eyvah dedim, ocak mı açık? Yoksa mikrodalga kısadevre mi yaptı? Bişiy mi yaptım noluyor?
Tabi ki bişey olduğu yok. Koduğumun ingilizinin benim tam dinlenme saatimde "yangın talimi" yapacağı tuttuğu için kendimi elin gavurlarıyla beraber dışarıda buldum. Bu süre zarfında kalbim atış bağlamında bire beş verdiği için açıkçası kahve mahve de içmeme gerek kalmadı.
*coffee and tv*